“Sen prens Jung mısın? Biz kuzeniz ama seni daha önce hiç
görmedim bu yüzden emin olamadım, sensin değil mi?”
Adamın dudakları sahte bir gülümsemeyle kıvrıldı. Bu adam
korkutucu gözüküyordu! Bir kaya gibi sert görünüyordu, iri ve uzun boyluydu.
Karanlık bir maddeyle kaplıydı ve kan kokuyordu.
Saçları omzuna düşüyordu ve sırtına vurmuş loş ışığına karşı
yüzü karanlık görünüyordu. Gözleri, tehlikeli bir ışık saçan siyah kurnaz bir
canavara benziyordu. O cehennemden çıkmış bir şeytana benziyordu!
Oğlanın etrafında çığlık sesleri, yıkılan binaların sesleri
ve sallanan silahlar vardı. Hepsi yalnızca kabuslarda var olması gereken
korkunç, tuhaf bir ses boyutuyla çarpıştı. Korkunç adam ona yaklaşırken çocuğun
her tarafı hizmetçilerin dökülen kanıyla kaplıydı.
Oğlan tüm bu kaosun içinde kafası karışmış bir vaziyette
derin derin nefes alıyordu ama oturduğu yerden kalktı ve yaklaşan adama baktı.
Adam oğlana bakarken kafasını eğdi.
“Sürpriiiz! Prens yerine prenses olsaydın daha inandırıcı
olabilirdi! Amcam dikkat çekici bir görünüşe sahip değildi, öyleyse bu güzel
beyaz ten nereden gelme?
Adam bariz bir şekilde oğlana bakarken kendi kendine
mırıldandı, baştan aşağı oğlanı süzdü. Oğlan hiçbir şey duymadığını düşünür
gibi ona baktı.
Adam kalın deri zırh giyiyordu ve neredeyse oğlanın boyu
kadar bir kılıç taşıyordu. Bir anda çocuğun burnunun önünde belirdi.
“Fena değil” dedi adam.
İğrenç kanın kokusu oğlanda istemsizce kaş çatmaya neden
oldu, fakat adam oralı olmadı. Gülümsemek için ağzını açtığında gözlerinde
tuhaf bir parıltı vardı.
Sonra adam kana bulanmış eldivenlerini kabaca yere fırlattı.
Oğlana bir an baktı, sonra oğlanın temiz, pürüzsüz, beyaz teninden kan akmaya
başlayınca aniden oğlanın solgun genç yanaklarını yakaladı. Odaya girer girmez
bu adam tarafından kafası kesilen hizmetçi Sanggung'un kanıydı.
“Şuna bak, yaşlı kralın soyu, hala nefes alıyor musun? Bu
Ölü Kral'ın kanı."
Adamın sözleri üzerine çocuğun gözleri titredi. Kral öldü
mü? Babasını kastetmiş olamazdı! Onu daha dün gördü ve sadece birkaç saat önce
bu ülkeyi her zaman yöneten tek Kral oydu.
Ancak, etrafındaki yüksek kasvetli gürültü, çocuğun
korkusunu derinleştirdi. Adamın soğuk yüzü, çocuğun kaygısı karşısında
kahkahalarla doldu.
"Kendine inanmayan bir bakışın var. Bu mantıklı olurdu.
Çok rahat yaşayan üçüncü prens, dünya hakkında hiçbir şey bilmeden manastıra
kapandı…”
“……”
"Ama babanın kafası benim ellerimle kesildi. Üzgünüm
ama bu doğru. Tabii ki, Prens unvanın da kaybedilecektir. Aynı şey kraliyet
ailesi mensubu olan tüm ailen için de geçerli, yani eğer hayatta kalırsanız.”
Adam çocuğa bakarken rahat rahat konuştu. Çocuğun yüzü
solmuş ve ağzı kurumuştu. Yüzü kararmıştı ve çocuk bir kabusun içinde dolaştığı
duygusundan kurtulamadı. Adamın hiçbir sözü gerçek gelmiyordu.
Bu adam babasının kafasını mı kesti? O öldü… hepsi yalandı!
…. Çocuk bu yalan düşüncesine tutunmaktan kendini alamadı.
"Tüm kraliyet ailesini öldürmeye kararlıydım... hmm...
ama en azından birinizi hayatta tutmaktan zarar gelmezdi. Sevgili olarak güzel
ve değerli bir prense sahip olmak eğlenceli olabilir.”
Bu anlaşılmaz sözleri mırıldanan adam aniden başını eğdi ve
eğildi. Adamın yüzü, sanki başka bir dünyadaymış gibi boş boş bakan çocuğa çok
yakındı.
Sonraki Bölüm
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder